Vesayete Övgü
Zafer Aydın - 9 Şubat 2011 - İşçi Gündemi / Türkiye Solu






RP ve AKP dönemi
Önce Refah Partisi’nin arkasından da AKP’nin yerel ve genel seçimlerde başarılarının ardından Hak-İş yeniden “yandaş” kimliğine geri döndü. 1980 öncesinde MSP’nin vesayeti altında büyüyemeyen Hak-İş, yeni dönemde RP/AKP hamiliğinde kendisine alan açma, palazlanma çabası içinde oldu. Belediyelerde, kamuya ait işyerlerinde işverenlerin himayesi ve himmeti ile üye sayısını arttırmaya çalıştı. Ne var ki AKP iktidarının sekiz yılında üye sayısını 42 binden 392 bine çıkararak büyük bir mucize yaratan Memur-Sen’inkine benzer bir sonuç elde edemedi. Orman işkolunda, belediyelerde, Çaykur’da hükümetin ve işverenlerin desteğiyle üye sayısını arttırma çabaları yeterince sonuç vermedi.
Vesayet altında büyümeye çalışan Hak-İş, vasileriyle arasındaki ideolojik bağı daima işçi örgütü kimliğine tercih etti. İşçiler, hükümetle ya da yerel yönetimlerle ne zaman karşı karşıya geldiyse Hak-İş yönetimi tutumunu, iradesini, imkanlarını işçilerin değil, kendisiyle aynı dünya görüşünü paylaşan iktidarın yanına koydu. AKP’nin 2008 1 Mayıs’ında işçilere reva gördüğü şiddeti meşrulaştırma çabası içinde olanların başında Hak-İş yöneticileri vardı. AKP işçi haklarını budarken konfederasyon çoğunlukla sessizliğe gömüldü. Üyesi bulunmayan Türk Hava Yolları Teknik A.Ş.’de işkolu yetkisine itiraz ederek Hava-İş’in gücünü kırmayı denedi. 2007 sözleşme sürecinde Hava-İş Sendikası ile AKP hükümeti karşı karşıya geldiğinde, Hak-İş sendikal hak ve özgürlükleri savunmak yerine sendikayı suçlayan işveren argümanlarını sendikal dünyanın kavramlarıyla tekrarlamayı seçti. 1995’te Ankara Belediyesi’ne ait Belbeton’da Melih Gökçek’in sendikasızlaştırma operasyonuna Hak-İş uzmanı avukat, işveren vekili olarak destek verdi. Sendikal kimliğin yandaşlığa feda edilmesinin Hak-İş’in sendikal pratiğinde pek çok örneği var, şimdilik bu kadarıyla yetinelim.
Demokratlığın ölçütü
Hak-İş Başkanı’nın vesayete yaptığı övgü, yandaşlık güzellemesi yukarıda ifade edilen sendikal pratiğin temelini oluşturan düşüncenin bir kez daha ve açık bir biçimde ilan edilmesi oldu. Salim Uslu açıklamasıyla vesayetçi sendikacılığın geleneksel temsilcilerinin yanında biz de varız diye bayrak gösterdi. Açıklamada dile getirilen “halkın oylarıyla seçilmiş olmak” vurgusu güzel, doğru fakat vesayetçiliği temize çıkarmaya yetmez. Çünkü Çaykur’da yetkili sendikanın belirlenmesinde işçinin iradesine başvurmaktan kaçanların “halkın iradesi”ni demokratlığının ölçütü olarak sunmasına itibar edilemez.
Türkiye sendikal hareketi bağımsız sendikalara karşı önlem olarak inşa edilen vesayetçi sendikaların etkisini kırmak için özellikle 1960 sonrasında bir hayli mücadele verdi. Saraçhane mitingi, Kavel, Paşabahçe grevleri gibi işçi sınıfının kendi öz gücü ve bağımsız örgüt kimliğiyle gerçekleştirilen eylemlerle vesayetçi sendikacılıktan kopuş yaşadı. Bu kopuşla, işçi hak ve özgürlüklerinde gelişmeyi sağlayan yükselme döneminin kapısı aralandı. Bugün siyasal iktidar ve sermaye tarafından koruma altına alınan vesayetçi/güdümlü/yandaş sendikacılığa karşı sınıfsal bir perspektifle yeni bir kopuşa ihtiyaç var. Tıpkı 1960’lardaki gibi…






Bir Cevap Yazın